Akif’ in hayatını ve ahlâkını oluşturan en önemli unsur, "kendi kendisi" olmaktır. Bu O'nun bütün hayatını yönlendiren bir ilkedir. İmanında, san'atında, yaşantısında, kendi adına ve toplum adına konuşurken hep aynı insandır ve neyse odur. Bir başkasına benzemek, ödünç alınmış kimliklerle ortaya çıkmak, olduğundan fazla görünmek ve söylediği ile yaptığı arasında bir uyumsuzluk, düşünce, duyarlık ve imanıyla ters düşmek O'nun hiç bir şekilde katlanamayacağı bir düşkünlüktür. Bu ilkeli ve bütünlüklü kişilik Akif'i bir erdem anıtı haline getirir. Akif yanılmış olabilir, yanlış yapmış olabilir, ama asla tutarsız ve samimiyetsiz olmamıştır. O'nun için verilmiş bir sözün, kurulmuş bir dostluğun, bağlanılmış bir imanın, sahip olduğu vatanın bedeli hayattır. Akif, hayatı pahasına sever, hayatı pahasına bağlanır, hayatı pahasına inanır ve verdiği sözü hayatı pahasına verir. Bu yüzden dostluğu kelimenin her anlamıyla sonuna kadar güvenli ama o ölçüde de zorludur.
Bu yalçın bir kaya gibi sert, sağlam ve muhteşem karakteri engin bir hoşgörü ile taçlanır. Akif ahlâkî ilkelerinde kendi nefsine karşı son derece katı ama, başkalarına karşı ise o ölçüde hoşgörülüdür. Akif, cehalet, taklitçilik, kibir ve şarlatanlık dışında her kusuru özellikle kendisine karşı işlenen kusurları büyük bir hoşgörü ile karşılar.
Akif, içinde yaşadığı toplumun, unutulmuş, kendi kaderine terkedilmiş kimsesiz ve sahipsiz insanların, dünya egemenlerinin yok etmeye çalıştığı bir milletin tanığıdır ama aynı zamanda vicdanıdır da. Bu vicdan bazen tarihin içinde süzülüp gelen bilge bir ses, bazen şahit olduğu haksızlıklar karşısında alfabenin bütün sesleri, sözlüğün bütün imkanları ile haykıran bir çığlık, bazen ümitsizlik duvarını delmeye çalışan ve kendinde bütün bir milletin sesinin toplamını yansıtan davudi bir seda, kendisi söz konusu olduğunda acılı, yalnız ve yaralı bir yüreğin iniltisi olarak yükselir. Bu ses
bazen zalimin suratında tokat, bazen sahipsiz insanların yüreklerini ısıtan bir şefkat, bazen ölçüyü aşanlar için bir ikaz ve bazen milletimizi yok etmeye çalışan güçlere karşı bir ültimatomdur.
Akif ' le ilgili temel yanılgıların sebeplerinden biri de O'nu sadece yazılarından, şiirlerinden tanımaya çalışmaktır. Akif yazdıklarından çok daha derin, çok daha geniş ufuklu, çok daha san'atkar ve çok daha şaşırtıcı bir insandır. Böyle iken O herkes gibi görünmeye çalışır. Mithat Cemal, O'nun bu taraflarını tanıdıkça büyük bir şaşkınlık içinde şunları söyler: '"Yüz kahramana yetecek ahlak ve seciyesiyle sıradan bir insan gibi yaşıyor!"
İşte Akif bu ifadeyle ve Hüseyin Cahit Yalçın'ın sözlerinde gizlidir: "Akif iri hayatı Safahatından daha büyük bir şiirdir."
1873
Mehmet Akif İstanbul Fatih Sarıgüzel'de doğdu
1877
Mehmet Akif 4 yaşında mahalle mektebine başladı
13 Şubat 1878
İkinci Abdülhamit Meclis-i Mebusan'ı kapatarak 33 yıl sürecek dönemini başlattı.
1879
Akif, 7 yaşında Emir Buhari İlkokulu'na başladı.
1882
3 yıllık ilkokulu bitirerek, 9 yaşında Rüştiye'ye girdi.
1885
12 yaşında Mekteb-i Mülkiye'nin lise kısmına başladı.
1887
14 yaşında, Mekteb-i Mülkiye'nin yüksek kısmına girdi.
1887-1888
Evleri yandı ve babası öldü.
1888
Akif, 15 yaşında, Baytar Mektebi'ne girdi.
3 Kasım 1892
19 yaşında, bilinen ilk şiirlerinden "Destur"u yazdı.
14 Aralık 1893
20 yaşında, Baytar Mektebi'ni bitirerek memurluğa başladı.
1894
21 yaşında, İsmet Hanım'la evlendi. Edirne'de gezici görevde bulunuyor.
14 Mart 1895
22 yaşında, yayımlanan ilk şiiri "Kur'an'a Hitap" Mektep Mecmuası'nda çıktı.
1896
23 yaşında, Beşinci Ordu'ya at satın almak için Adana'ya sonradan Şam'a kadar gitti.
20 Mayıs 1897
Türk-Yunan Savaşı başladı.
1897
Bazı şiirleri Resimli Gazete'de yayımlandı (24 yaşında). Cemalettin Efgani İstanbul'da öldü.
1899
Muhammed Abduh, Mısır Müftülüğü'ne atandı.
26 Haziran 1903
"Hersekli Arif Hikmet" manzumesini yazdı.
1905
Rusya'da Çarlığa karşı geniş ayaklanmalar; Muhammed Abduh öldü; Tevfik Fikret "Tarih-i Kadim"i yazdı. Orman ve Meadin ve Ziraat Nezareti Beşinci Şube Baytar Müfettiş Muavinliği'ne atandı.
4 Ekim 1906
İlk görevinin yanında, (33 yaşında) Halkalı Ziraat Mektebi'ne kompazisyon öğretmeni olarak da atandı.
29 Aralık 1906
"Küfe"yi yazdı.
25 Ağustos 1907
(34 yaşında). Çiftlik Ziraat Mektebi Türkçe öğretmenliğine atandı.
28 Ocak 1908
"Seyfi Baba"yı yazdı.
23 Temmuz 1908
İkinci Meşrutiyet ilan edildi.
28 Temmuz 1908
Mehmet Akif, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne kaydoldu.
27 Ağustos 1908
Sebilürreşat'ın ilk sayısı ve Akif'in bu dergide ilk manzumesi "Fatih Camii" yayımlandı.
11 Kasım 1908
Darülfünun Edebiyat Müderrisliği'ne atandı.
17 Aralık 1908
Meclis-i Mebusan açıldı.
13 Nisan 1909
"31 Mart" Ayaklanması başladı.
27 Nisan 1909
İkinci Abdülhamit tahttan indirildi. Sultan Reşat padişah oldu.
1911
(38 yaşında). İlk kitabu Safahat Birinci Kitap adıyla yayımlandı.
29 Eylül 1911
Türk-İtalyan Savaşları başladı.
5 Mart 1912
Yazılarının yayınlandığı Sıratı Müstakim, sebillürreşat olarak adını değiştirdi.
1912
(39 yaşında) Safahat, İkinci Kitap "Süleymaniye Kürsüsünde" yayımlandı.
15 Ekim 1912
Türk-İtalyan Savaşı sona erdi.
8 Ekim 1912
Balkan Savaşları başladı.
23 Aralık 1912
Akif İstanbul'dan Mısır'a gitti.
6 Ocak 1913
Balkan Savaşları'nı sonuçlandırmak için toplanan Londra Konferansı sonuçsuz olarak dağıldı.
20 Şubat 1913
Akif, Mısır'dan İstanbul'a döndü.
23 Ocak 1913
İttihatçılar Babıâli Baskını'nı düzenleyerek iktidara hakim oldular.
2 Şubat 1913
Akif (40 yaşında). Beyazıt Cami Kürsüsü'nde halkı birliğe ve yurt savunmasına çağırdı.
7 Şubat 1913
Fatih Cami Kürsüsü'nde konuştu.
5 Mart 1913
Edirne teslim oldu.
11 Mayıs 1913
Akif memurluktan istifa etti.
30 Mayıs 1913
Londra Antlaşması'yla Edirne Bulgarlara bırakıldı.
Mayıs-Haziran Safahat, Üçüncü Kitap "Hakkın Sesleri" yayımlandı.
29 Haziran 1913
İkinci Balkan Savaşları başladı
10 Temmuz 1913
"Fatih Kürsüsü'nde" uzun manzumesi Sebilürreşat'ta yayımlandı.
21 Temmuz 1913
Edirne kurtarıldı.
10 Ağustos 1913
Bükreş Anlaşması'yla Balkan Savaşları sona erdi.
14 Ağustos 1913
Akif'in ilk "Tefsir Serif"i yayımlandı.
1914
"Fatih Kürsüsünde" kitap olarak yayımlandı. Yılın ilk aylarında Akif Mısır'a gitti, Medine'ye kadar yolculuk yaptı.
29 Ekim 1914
Türkiye, Birinci Dünya Savaşı'na girdi.
Aralık (?) 1914
Akif (41 yaşında). Almanların elindeki esir Müslüman askerlerine propağanda yapmak amacıyla Almanya'ya gönderildi.
5 Mart 1915
Akif (42 yaşında). Berlin Hatıraları'nı bitirdi.
8 Nisan 1915
Berlin Hatırları yayımlanmaya başladı.
25 Kasım 1915
Sebiürreşat yayınına 5,5 ay ara verdi.
1916 (ilk Ayları)
Akif (43 yaşında). Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Arabistan'a Gezisi 4-5 ay sürdü.
10 Mayıs 1916
5,5 aylık aradan sonra Sebilürreşat yeniden yayımlandı.
26 Ekim 1916
Sebilreşşaü 20 ay kadar yeniden kapandı.
1917
Safahat, Beşinci Kitap Hatıralar yayımlandı; (44 yaşında) Akif, Lübnan'a geri döndü; Dar-ül Hikmet-ül İslamiye başkatipliğine atandı.
4 Temmuz 1918
Sultan Reşat öldü. Vahdettin tahta geçti.
17 Temmuz 1918
Sebilüreşşat, yeniden yayına başladı.
1918
"Süleymaniye Kürsüsünde" nin üçüncü basımı, Hakkın Selleri ve Hatıralar'ın ikinci basımları yapıldı.
30 Ekim 1918
Mondros Ateşkes Anlaşması imza edildi.
13 Kasım 1918
İtilaf donanması İstanbul'a geldi.
21 Aralık 1918
Meclis-i Mebusan kapatıldı.
26 Aralık 1918
Akif'in "Hala mı Boğuşmak" manzumesi yayımlandı.
15 Mayıs 1919
İzmir işgal edildi.
19 Mayıs 1919
Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıktı.
12 Haziran 1919
Sebilürreşat, mandacılığa karşı çıktı.
26 Haziran 1919
Sebilürreşat, Türklerle Arapların ayrılamayacağını yazdı.
23 Temmuz 1919
Erzurum Kongresi açıldı.
4 Eylül 1919
Sivas Kongresi açıldı.
18 Eylül 1919
Akif (46 yaşında). Asım, Sebilürreşat'ta yayımlanmaya başlandı.
12 Ocak 1920
Son Osmanlı Mebuslar Meclisi açıldı.
22 Ocak 1920
(47 yaşında) Dar-ül Hikmet-ül İslamiye üyeliğine atandı.
23 Ocak 1920
Akif Balıkesir'de Zağanos Paşa Camii'nde halkı düşmana ve bozgunculara karşı birlik olmaya çağırdı.
16 Mart 1920
İstanbul İtilaf Devletleri'nce işgal edildi.
11 Nisan 1920
Şeyhülislamlık fetavası yayımlandı. Akif (47 yaşında). İstanbul'dan gizlice Anadolu'ya geçti.
23 Nisan 1920
Büyük Millet Meclisi açıldı.
28 Nisan 1920
Hakimiyeti Milliye Mehmet Akif'in Ankara'ya geldiğini yazdı.
3 Mayıs 1920
Dar-ül Hikmet-ül İslamiye'deki görevine son verildi.
6 Mayıs 1920
Sebilürreşat'ın İstanbul'da son sayısı yayımlandı.
3 Haziran 1920
Biga'da adaylar arasında en yüksek oyu alarak mebus seçildi.
5 Haziran 1920
Burdur Mebusluğu Meclis'te onaylandı.
Haziran 1920 İsyancıları bastırmak üzere Konya'ya gönderildi. Daha sonra Burdur ve Antalya'ya gitti.
15 Temmuz 1920
Mehmet Akif, Meclis'te ant içti. Eşref Edip, Kastamonu'ya geldi.
17 Temmuz 1920
Burdur Mebusluğu'nu tercih ettiğini Meclis Başkanlığı'na bildirdi. (18 Temmuz'da görüşülüp onaylandı.)
4 Ekim 1920
Basın ve Haber alma Genel Müdürlüğü, Meclis Başkanlığı'ndan Akif'in "irşat" için Kastamonu'ya gönderilmei iznini istedi.
19 Ekim 1920
Kastamonu'ya geldi.
25 Ekim 1920
Batı Cephesi Komutanlığı'nın isteğiyle, Maarif Vekaleti'nin İstiklal Marşı yarışması açtığı haberi Hakimiyeti Milliye'de yayımlandı.
5 Kasım 1920
Açıksöz'de ilk manzumesi yayımlandı: "Kır Ağası'nın Rüyası."
5 Kasım 1920
Kastamonu Nasrullah Camii'nde Sevr Anlaşması'nı anlatarak halkı birliğe ve milli mücadeleye çağırdı. Avrupa'ya karşı Moskova yönetimiyle iyi ilişkiler geliştirilmesini savundu.
28 Kasım 1920
Sebilürreşat'ın Anadolu'da ki ilk sayısı Kastamonu'da, Akif'in Nasrullah Camii Kanuşmasıy'la yayımlandı.
3 Aralık 1920
Kastamonu ilçelerinde yaptığı konuşmalar nesterilmeye başladı.
24 Aralık 1920
Akif ve Eşref Edip Kastamonu'dan Ankara'ya gitti.
3 Şubat 1921
Sebilürreşat'ın Ankara'da ilk sayısı yayınlandı.
5 Şubat 1921
Maarif Vekili Namdullah Suphi Tanrısever bir mektupla Mehmet Akif'e başvurarak İstiklal Marşı Yarışması'na katılmasını istedi.
8 Şubat 1921
Meclis Kürsüsü'nde tek konuşmasını yaptı. Tevfik Paşa Hükümeti'ne yumuşak bir cevap yazılmasını önerdi. Mustafa Kemal buna karşı çıktı.
10 Şubat 1921
Elcezire Cephesi Komutanı Nihat Paşa, Akif'e bir mektup yazarak Nasrullah Camii Konuşması'nı ödü. Onun Diyarbakır'da kitapçık halinde basıldığını haber verdi.
17 Şubat 1921
"İstiklal Marşı" Hakimiyeti Milliye ve Sebilürreşat'ta yayımlandı. (Açıksöz'de 21 Şubat tekrar Hakimiyeti Milliye; 14 Mart, Gaye-i Milliye; 26 Mart; Yeni Giresun (?), Öğüt: 29 Şubat!)
26 Şubat 1921
İstiklal Marşı konusu Meclis'e getirildi. Seçimin Meclis genel kurulunda yapılması kararlaştırıldı.
1 Mart 1921
İstiklala Marşı Meclis'in ikinci çalışma yılının açılışında okundu, alkışlarla karşılandı.
12 Mart 1921
(Akif 48 yaşında) İstiklal Marşı Meclis'te tartışılarak kabul edildi.
Mart 1921 Marş için beste yarışması açıldı.
19 Mart 1921
Akif'in de içinde olduğu Anadolu'da bir İslam kongresi için hazırlık kurulu ilk toplantısını yaptı.
1 Nisan 1921
Besteci Ali Rıfat Bey, bestelediği İstiklala Marşı'nı Kadıköy Apollon Tiyatrosu'nda çaldı.
14 Nisan 1921
(15 Nisan'da Sebilürreşet'ta) "Süleyman Nazif'e" Hakimiyeti Milliye'de yayımlandı.
30 Nisan 1921
Akif'in Afgan elçiliği ziyareti Sebilürreşat'ta neşredildi.
7 Mayıs 1921
"Bülbül" Sebilülreşat'ta yayımlandı.
9 Mayıs 1921
Sebilülreşat-Hükümet ilişkileri Meclis'te tartışıldı.
10 Mayıs 1921
Akif'in de üye olarak gösterildiği Birinci Grup Mustafa Kemal tarafından kuruldu.
23 Ağustos 1921
Sakarya Savaşı başladı ve 13 Eylül'de kazanıldı.
12 Eylül 1921
Akif'in Afgan Elçiliği'ni ziyareti Açıksöz'de yayımlandı.
24 Eylül 1921
(Ali Şükür'en konuşması) Kayseri'ye taşınan Sebilülreşat'ın buradaki ilk ve tik sayısı ile birlikte yayımlandı.
1 Kasım 1921
İstiklal Marşı'ınıbestelenmesi konusu Meclis'te tartışıldı. Genel kurul beste seçiminin İstanbul'da yapılması isteğini reddetti.
19 Kasım 1921
Ali Rıfat Bey'in bestesi Yarın gazetesinde yayımlandı.
10 Aralık 1921
2,5 aylık bir aradan sonra Sebilürreşat yeniden Ankara'da yayımlandı.
31 Aralık 1921
Akif ve arkadaşlarının İstanbul'daki ahlaksızlıkların kınanmasıyla ilgili önergesi tartışılarak kabul edildi.
3 Nisan 1922
(Akif 49 yaşında) "Leyla" Hakimiyeti Milliye'de yayımlandı.
26 Temmuz 1922
Akif, İstiklala Mahkemeleri aleyhine oy kullandı.
29 Temmuz 1922
Üç milletvekiliyle birlikte Akif'in, askerlerin bayramını kutlamak üzere cepheye gittiği açıklandı.
26 Ağustos 1922
Türk ordusu Büyük Taarruz'a başladı.
9 Eylül1922
Türk ordusu İzmir'e girdi. Meclis'te Sebilürreşat'a yardım konusu tartışıldı. Basına hükümet yardımı kesildi.
1 Kasım 1922
Padişahlık kaldırıldı.
16 Aralık 1922
Akif, Eğitim Komisyonu Başkanlığı'ndan istifa etti.
19 Ocak 1923
2 ay ve 7 günlük bir aradan sonra Sebilülreşat yeniden yayımlandı.
29 Ocak 1923
Yunus Nadi'nin Cumhuriyet'te "Yeni bir Savaş Devri" başlıklı yazısı mecliste tartışıldı. Akif ve arkadaşlarının yazıya itirazları kabul edilmedi.
1 Nisan 1923
Meclis, seçimlerin yenilenmesi kararını aldı.
12 Nisan 1923
Sebilürreşat'ın Ankara'da son sayısı çıktı.
Mayıs 1923 Mehmet Akif 50 yaşında, İstanbul'a döndü.
16 Mayıs 1923
Sebülürreşat, taşınmasından 3 yıl sonra yeniden İstanbul'da yayımlanmaya başladı.
Ekim 1923 Abbas Halim Paşa'nın çağrısına uyan Mehmet Akif kışı geçirmek üzere Mısır'a gitti. (1924 baharında dönecek, kışın yeniden gidecek,1925 baharında tekrar gelecek ve sonbaharında yeniden gidecektir.)
29 Ekim 1923
Cumhuriyet ilan edildi.
3 Mart 1923
Halifelik kaldırıldı. Eğitimin birleştirilmesi yasası çıktı. Şer'iye ve Evkaf Vekaletleri kaldırıldı.
5 Mart 1925
Sebilürreşat'ın son sayısı yayımlandı.
6 Mart 1925
Hükümet, diğer bazı yayım organlarıyla birlikte Sebilürreşat'ı kapattı
Mayıs 1925 Sebilürreşat'ın sahibi ve müdürü Eşref Edip Fergon, İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmak üzere tutuklanda.
1925
Mehmet Akif (52 yaşında) Mısır'a gitti.
2 Eylül 1925
Bakanlar Kurulu türbe ve zaviyelerin kapatılmasını (Kanun: 30 Kasım), memurların şapka giymesini (Kanun: 25 Kasım) kararlaştırdı.
17 Şubat 1926
İsviçre Medeni Kanunu uyarlanarak kabul edildi.
1926
Annesi 90 yaşında İstanbul'da öldü. 53 yaşındaki Akif, Mısır Darülfünunu Edebiyat Şubesi, Edebiyet-ı Türkiye müderrisliğine atandı. (1936'ya kadar)
10 Nisan 1928
Anayasa'dan "devletin dini, din-i İslamdır" ve din hükümlerinin meclis tarafından yerine getirileceği ibaretleri çıkarıldı.
1928
Akif'in damadı Ömer Rıza Doğrul, Safahat'ın mevcudu tükenmiş ciltlerini yeniden bastırdı. Kabil Elçiliği'ne giden Hikmet Bayur, Mısır'da Akif'ten Kur'an çevirisini istediyse de alamadı.
1 Aralık 1928
Yeni harfler kullanılmaya başlandı.
1 Ocak 1929
Eski yazıyı kullanma yasağı başladı.
1 Eylül 1929
Okullarda Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı.
22 Ocak 1932
Türkçe Kur'an ilk kez Yerebatan Camii'nde okundu.
1932
Mısır'a giden Eşref Edip Akif'in Kur'an çevirisini vermeye ikna edemedi.
7 Şubat 1933
İstanbul'da bütün camilerde ezan ve kamet Türkçe okunmaya başlandı.
1933
Akif (60 yaşında), Mısır'da Safahat'ın yedinci kitabı Gölgeler'i bastırdı.
1935
Mısır'da hastalanan Akif (62 yaşında), tedavi olmak için Lübnan'a gitti. Oradan Antakya'ya geçti.
19 Haziran 1936
63 yaşına Akif hasta olarak İstanbul'a geldi.
27 Aralık 1936
Mehmet Akif, İstanbul'da siroz hastalığından öldü.
Sürgün Hayatı
Milli Mücadele'den ve Cumhuriyetin ilanından sonra Akif iki türlü hayal kırıklığına uğrar. Biri yanlış anlaşılmanın yol açtığı hayal kırıklığı, diğeri şahsının hedef haline getirilmesi. Saldırılar "Bir çöl bedevisinin peşinden giden adam", "Sen git de kumda oyna" gibi, Şukufe Nihal, Agah Sırrı Levent ve Hasan Ali Yücel gibi isimlerin "ülkenin Akif e ihtiyacı yoktur" türünden iddiaları ve bu iddiaların oluşturduğu güvensizlik. Üstelik kendisinin içinde yer aldığı Birinci Meclis'teki birinci grup ani bir seçimle tasfiye edilmiş, can dostu Trabzon mebusu Ali Şükrü bey Meclis'te Topal Osman tarafından öldürülmüş, Sebilürreşad kapatılmış. Eşref Edip İstiklal Mahkemelerinde yargılanmıştır.
Çanakkale Zaferi'nin yıldönümünde dönemin ünlü şairlerinden biri "Çanakkale ile ilgili en güzel şiiri Türk olmayan biri yazmıştır, çaresiz onu okuyacağım" diyerek Akif'in Çanakkale Şehitlerine şiirini okur. Bunu duyan Akif, çocuklar gibi hıçkırarak ağlar.
Vatanı için canını vermekte biran bile tereddüt etmeyen bir ruh, birden kendisini ülkesine problem plan bir insan gibi hissetmeye başlar. Ankara'dan İstanbul’ a gider.
Sosyal ve siyasal olaylar kendi ve değerleri aleyhinde estiği düşüncesine kapılır. Bir şiirinde "Hanümansız bir serseriyim öz diyarımda" diye ifade ettiği bir bedbinlik içinde bulur kendini.
Büyük ısrarlarla kendisine verilen Kur'an tercümesi için ve Abbas Halim Paşa'nın çağrısı üzerine Mısır'a gider.
Bu gidiş yanlış anlaşıldığına inanan bir adamın gönüllü sürgünü gibidir. Mısır, Akif için kırgınlık, hüzün, yakıcı ve derin bir hasret ve yalnızlık demektir.
Ve Akif için Mısır,
"Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hûda
Etmesin beni tek vatanımda dünyada cüda" diyen bir vatanseverin Türkiye hasreti,
Sırf dostlarına yakın olmak için bir kaç kez evini değiştiren bir gönül adamının dostluk hasreti,
Bütün hizmetlerine ve fedakârlığına rağmen dışlanan ve yanlış anlaşıldığına inanan bir yüreğin burukluğu, ve Türkçe sevdalısı bir şairin güzel dilinden uzak kalma hasreti demekti.
Akif, tam onbir yıl bu hasretle ve hüzünle yaşadı. Mısır'da hep yalnız ve yaralıydı. Ne oradaki dostları, ne davet edildiği konaklar, ne Nil' in egzotik güzelliği, ne Mısır piramitlerinin esrarlı ihtişamı.
O kırık, yaralı ve hasretin yakıp kavurduğu yüreğiyle baş başadır.
Hilvan' da yoksul ve münzevi bir hayat yaşamaktadır. Eşref Edib' e gönderdiği mektupta bunu belirtir;
"Ben refikamın senelerden beri devam eden hastalığı, memleketin de pahalılığı dolayısıyla fevkalade müzayaka çekiyorum. Çok zamanlar Hilvan' dan Mısır'a inmek için yol parası bulmak müşkilatına uğruyorum."
Mısır'da kendi kendisiyle, çevirisine uğraştığı Kur'an' la, özlemin bütün renk ve çeşitlerinden beslenen bir mahrumiyetle baş başadır.
Bu hasretle Kahire'ye indiğinde hep Hacı Bekir Acentesi’ne uğruyor, bir kaç kelime konuştuktan sonra bir köşede dakikalarca oturuyor, çünkü;
"Burası O’nun gözünde onsekiz milyon Türk’le görüştüğü yerdir. Bu Hacı Bekir Kutuları, bu güzel Türkçe, bu dükkan Vatan "dır."
Akif in Mısır'da kalmasını şapka giymemek gibi bir nedene bağlayanlar iddiaları kadar basittir.
Akif ne şapka, ne fes derdindeydi.
O, yaşanmış, halen yaşayan, yaşanacak olan bir uygarlığın adamı ve şairiydi.
Akif’in Yazamadıkları
Her şair, yazar, sanatçı ve düşünür hatta her insan portresi biraz da yazamadıklarıyla, yapamadıklarıyla tamamlanır. Hatta belki de yazamadıkları yazdıklarından çok daha fazla kendisidir, kendi portresinin dışa vurmamış en önemli çizgileridir. Bu durum Akif için de fazlasıyla geçerlidir.
Asım anlatıyor: Hastanede bir gün üstadla konuşuyorduk. Ben dedim ki:
- Üstad, sen edebiyat tarihinde kendine abide yapmış bir adamsın. Cihan durdukça senin şiirlerin yaşayacak ve o şiirler seni yaşatacak. Fakat isterdim ki Ahmed Naim, Hüseyin Kâzım, Süleyman Nazif gibi senin sevdiğin bir kaç zat da senin lisanınla, senin kaleminle yaşasın. Vakıa bunlar kendi eserleriyle yaşayacak adamlardır. Ancak Akif'in kalemi onları eserlerinden daha ziyade yaşatır, zannederim.
- Senin düşündüğün gibi değil amma benim bunları yazmak vazifemdir. Bu husustaki tasavvurum, Asımın ikinci kitabında onları söyletmektir. Asım'da Köse İmam ne ise Asımın ikinci kitabında da Ahmed Naim, Hüseyin Kâzım, Süleyman Nazif o olacaktır. Kendi felsefelerini, kendi düşüncelerini yine kendileri söyleyecektir.
- Anlaşıldığına göre bu eseriniz çok ehemmiyetli olacak.
- Bu eserde bilhassa İstiklal harbini tasvir edeceğim. Çünkü İstiklâl harbi henüz yazılmış değildir.
Üstad bunu söyledikten sonra biraz durdu. Gözlerini meçhul bir noktaya dikti. Bir şey daha söylemek istediğini hissettim. Hiç bir şey söylemedim. Ne diyeceğini bekliyordum. O söyleyip söylememek hususunda mütereddid bir an geçirdikten sonra bana döndü ve ilave etti:
- Asım, İstiklâl harbini yazmak da benim selahiyetim dahilindedir. Ve bana teveccüh bir vazifedir. İnşaallah biraz iyileşince ilk işim budur.
Akif in çok sevdiği dostu Süleyman Nazif in ölümünden sonra Onun için bir mersiye yazmayı istiyordu. Hastalığı da, ömrü de buna imkan vermedi.
Akif in bir rüyası ve tasavvuru da İspanya ve Hindistan'a gitmek, bu seyahatini ve intibalarını şiirleştirmek istiyordu. Bu arzusunu Mithat Cemal'e gönderdiği mektupta şöyle anlatır:
"... Nasip olursa nisan ayı içinde İspanya'ya giderek Elhamra harabesini görmek... Sonra İstanbul'a gelmek gibi tasavvurlarda bulunuyorum. Zannederim çok iyi bir şey olacak. Meşhudatımı yazar, bir manzume vücuda getiririm. Bir Müslüman şair için o havaliyi, o asarı ziyaret etmemek doğru değil... Hayırlısıyla bu seyahat tahakkuk eder, sonra ihtisasatımı nazma da muvaffak olursam çok sevineceğim... Gelecek kışa Himalaya dağlarına çıkarak, Ganj nehri vadilerinde dolaşarak öbür bahara Hind şiirleri yazacağım."
Ne yazık ki bu projeleri de gerçekleşmedi.
En büyük arzularından biri de Hazret-i Muhammed'in hayatını ve Veda Haccı'ndaki son konuşmasını yazmaktı. Bu projesini ise şöyle ifade ediyor:
"-Mekke'ye gideceğim,., ilk ayetin nazil olduğu Hirâ mağarasını göreceğim: bu, şiirime mukaddime olacak; ve manzumemde Peygamber'in bütün hayatını yazacağım, sonra da son hutbesini."
Kader buna da imkan vermedi.
Kuran Tercümesi
23 Şubat 1925 TBMM'de yapılan müzakerelerde Kuran’ı Kerim'in tercüme ve tefsiri ile muteber hadis kitaplarından birinin tercümesinin yaptırılmasına, bu işle de Diyanet İşleri Başkanlığının görevlendirilmesine karar verilir. Kuran’ı Kerim'in Tefsiri Elmalık Hamdi Efendi'ye, Sahih-i Buhari'nin özeti olan Zebidi'nin kitabı Tecrid-î Sarihsin çevirisi Ahmed Naim Bey'e verildi. Kuran'ı Kerim'in Türkçe'ye çeviri için de Akif düşünülüyordu. Akif bu teklifi reddetti ama Ahmet Hamdi Aksekili' nin sürekli ısrarları ve araya giren dostları yüzünden daha fazla direnemedi ve 1925 Ekiminde Diyanet İşleri ile imzalanan mukavele ile 10 bin lira ücret karşılığında çeviriyi kabul etti ve bin lira avans aldı. (Akif bu parayı Sebüürreşad'ı çıkarması için Eşref Edib'e verir)
Mehmed Akif, dönemin bütün bilginlerinin ve aydınlarının ittifakı ile Kur'an çevirisini yapabilecek tek adam olarak görülüyordu. Çünkü Akif, Türkçe'yi döneminin en iyi bilen aydınlarından biri olduğu gibi Arapçayı da en iyi bilen bir kaç kişiden biridir. Ayrıca hafızdır. Daha önemlisi bütün bunlarla birlikte Arap edebiyatını çok iyi bilen güçlü bir şairdir. Bütün bu özellikleri üzerinde toplamış bir aydın ve ilim adamı günümüz Türkiyelinde de yoktur. Kur'an'ı Kerim'in Mekkeli müşriklerin şiir dediği yüksek edebi niteliği bir başkası tarafından Türkçe'ye aktarılması imkansız güçlükler oluşturacaktı. Bunun altından ancak Akif kalkabilirdi. Nitekim, Akif'in çevirilerinin bir kısmını okuyan Süleyman Nazif "Kur'an'ı, Cenab-ı Hakk, Türk lisanı ile inzal etmeyi murad etseydi, Cebrail'i, bî-şüphe Safahat Şairi olurdu" demekten kendini alamayacaktır. 1925 yılın sonunda Kur'an'ı tercüme etmek amacıyla ve Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine Mısır'a gider, ölümünden 6 ay öncesine kadar Mısır'da kalır.
Akif Mısır'da kaldığı 11 yıl boyunca Kur'an'ı Kerim çevirisi ile uğraştı. Defalarca yazdıklarını gözden geçirip yemden yazdı.
Türkiye'ye dönerken yaptığı çeviriyi yakın dostu, Yozgatlı İhsan'a teslim etti.
Akif'in kendi ifadesiyle Kur'an çevirisini yeterli bulmadığı için, bazı iddialara göre Türkçe ibadet projesinde kullanılacağı endişesiyle tercümeyi teslim etmediği görüşü ileri sürülür.
Kaynak:www.mehmetakifersoy.com